Ortadoğu yeniden yangın yerine döndü. İsrail ile İran arasında tırmanan savaş, artık bölgesel bir krizin ötesine geçerek küresel bir felakete dönüşme eşiğinde. Her saldırı, her misilleme; askeri hedeflerden çok, sivil yaşamı hedef alıyor. Bu savaşta en ağır bedeli, elinde hiçbir silah olmayanlar ödüyor: çocuklar, kadınlar, yoksul halklar.
Böylesi bir tabloda, en çok kaygılanması gerekenlerden biri de Kürt halkıdır. Zira tarih, Kürtlere hep şu gerçeği hatırlattı: Devletler çatışır, anlaşır; ama arada kalan halklar parçalanır. Dün Osmanlı ile Safevîler arasında kalan Kürtler, bugün İsrail ile İran’ın gölgesinde bir kez daha aynı çıkmazın eşiğinde.
Taraf Değil, Hakikat İçin Duruş
Ortadoğu'daki her büyük krizde Kürtlerin karşısına iki seçenek konur: ya bir gücün yanında saf tutmak ya da diğerine karşı savaşmak. Oysa bu seçeneklerin hiçbirisi Kürt halkının gerçek çıkarlarını temsil etmez. Bugün Filistin’de yaşanan vahşet, sadece İsrail’in askeri gücünü değil; aynı zamanda uluslararası sistemin ikiyüzlülüğünü de gözler önüne seriyor. İran ise bu trajediyi, kendi mezhepçi nüfuz alanını genişletmenin bir aracı olarak kullanıyor.
Bu ortamda Kürt halkının temel yaklaşımı, “tarafsızlık” olarak değil, “ilkesel duruş” olarak okunmalı. Ne İsrail’in militarizmine ne de İran’ın ideolojik tahakkümüne yaslanmadan; kendi yaşamını, değerlerini ve geleceğini savunan bir tutum... Bu, pasif bir kenarda duruş değil; aksine, halkların onurlu, eşit ve özgür birlikteliğini esas alan aktif bir duruştur.
Kolektif Hafıza, Kolektif Geleceğin Temelidir
Kürt halkının yüzyıllık mücadelesi, yalnızca hak arayışından ibaret değildir. Aynı zamanda, kim olduğunu, nasıl yaşamak istediğini ve hangi değerlerle var olmak istediğini tanımlama çabasıdır. Bu nedenle geçmişte yaşanan katliamlar, sürgünler ve inkâr politikaları sadece acı dolu anılar değil; aynı zamanda geleceğe ışık tutan derslerdir.
İşte bu nedenle Kürtler, Ortadoğu’nun bugünkü krizine sadece bugünün penceresinden değil; tarihsel bir bilinçle bakmak zorundadır. Ne İsrail ne de İran, bu halkın özgürlük umuduna gerçek bir alan açmamıştır. Kürt halkı, dış güçlerin vaatlerine değil, kendi birikimine, kendi örgütlü gücüne ve kolektif hafızasına yaslanmalıdır. Bu hafıza, direnişin, yenilenmenin ve yeniden inşanın temelidir.
Yeni Bir Yaşam Tasavvuru: Halklar İçin Üçüncü Yol
Ortadoğu halkları için artık üçüncü bir yol kaçınılmazdır. Bu yol, ne emperyal güçlerin çıkar çatışmalarına eklemlenmek ne de bölgesel aktörlerin himayesine sığınmak anlamına gelir. Bu yol, halkların kendi kaderini doğrudan tayin ettiği, eşitlikçi ve çoğulcu bir toplumsal yapıyı savunmaktır. Kürt halkı uzun zamandır bu yönelimi benimsemiş durumda: Yerelden örgütlenen meclisler, kadın özgürlüğünü esas alan politikalar, doğayla uyumlu bir yaşam ve merkeziyetçi iktidarlara karşı yatay dayanışma ağları...
Bu model, sadece bir yönetim biçimi değil; aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Ve bu felsefe, savaşların, tahakkümün ve sömürünün dışında kalan, gerçek bir barışın yolunu işaret eder.
Kürtler İçin Uyanıklık Zamanı
Bölgedeki gelişmeler, Kürt halkı için bir alarm niteliği taşıyor. Sadece savaşın değil, savaşın propagandasının da farkında olmak gerekiyor. İran rejimi, dini duyguları araçsallaştırarak Filistin halkının acısı üzerinden kendi iktidarını tahkim etmeye çalışıyor. İsrail ise meşru müdafaa iddiası altında halkları topyekûn cezalandırıyor.
Kürt halkı ise her iki tarafın da gerçek niyetlerini tarih boyunca tecrübe etti. Bu nedenle bugün Kürtler için temel görev, ne bu güçlerden medet ummak ne de onların savaşlarına alet olmaktır. Asıl görev; kendi sözünü, kendi hafızasını, kendi yolunu büyütmektir.
Sonuç: Ne İran Ne İsrail, Özgürlük Kürtlerin Ellerindedir
Kürtler, İran ve İsrail örneklerinde açıkça gördüğü gibi, dış güçlerin vaatlerine umut bağlamamalı. Bu iki aktör de, Kürt halkına gerçek özgürlük, eşitlik ya da adalet sunmadı, sunmaz da. Bu yüzden Kürtler, kolektif hafızasını derinleştirerek kendi kurtuluş çizgisini yaratmalı; başkalarının projelerinin nesnesi değil, kendi hayatının öznesi olmalıdır.
Ortadoğu yeniden karanlığa sürüklenirken, Kürt halkı bu karanlıkta kendi ışığını yakmalıdır. Çünkü özgürlük, dışarıdan gelmez. O, halkın kendi içinde yeşerttiği, büyüttüğü, uğruna bedel ödediği bir değerdir. Ve bu değer artık sadece Kürtlerin değil; tüm Ortadoğu halklarının ortak umudu olabilir.