Bugun...


KADİR KILIÇ

facebook-paylas
Barış Süreçlerinde Sivil Toplumun “Üçüncü Göz” Rolü
Tarih: 09-04-2025 13:11:00 Güncelleme: 09-04-2025 13:11:00


 

Barış süreçleri, yalnızca tarafların masa başındaki müzakereleriyle sınırlı kalmaz. Aynı zamanda toplumsal dönüşüm, yüzleşme ve yeniden yapılandırma süreçleridir. Bu anlamda, devletin, siyasal aktörlerin ve silahlı grupların dışında kalan; ancak barışa doğrudan müdahil olan bir başka aktör daha vardır: Sivil toplum örgütleri (STK). Bu örgütler, yalnızca izleyici değil; hakikatleri ortaya çıkaran, taraflar arasında güven inşa eden ve toplumun sesini barış masasına taşıyan güçlü aktörlerdir. Bu nedenle STK’ların barış süreçlerindeki rolü, sıkça "üçüncü göz" metaforuyla tanımlanır.

 

Sivil Toplumun Tarihsel Arka Planı

 

Sivil toplum, modern devlet aygıtından bağımsız, halkın kendi öz örgütlenme biçimleriyle oluşur. Toplumun kendi ihtiyaçlarını kendi gücüyle ifade ettiği bu alan, demokrasiyle doğrudan ilişkilidir. Türkiye gibi demokratikleşme süreci kesintili ilerleyen ülkelerde sivil toplumun güçlenmesi, çoğu zaman devlet politikalarıyla çelişmiş; ama aynı zamanda özgürlük ve eşitlik mücadelesinin taşıyıcısı olmuştur.

 

Kürt halkı açısından bakıldığında, sivil toplum, sadece demokratikleşmenin değil, aynı zamanda varoluşun, hak arayışının ve kimlik mücadelesinin de bir alanı olmuştur. Özellikle 1990’lı yıllarda kurulan insan hakları dernekleri, kadın örgütleri ve kültürel inisiyatifler, hem çatışmalı ortamın tanığı olmuş, hem de barışa dair bir toplumsal tahayyül geliştirmiştir.

 

Gözlemciden Fazlası: Denetleyen ve Yön Veren Aktörler

 

Barış süreçlerinde STK’ların rolü, süreci şeffaflaştırmak ve güven inşa etmektir. Bu süreçlerde devletin söylemi çoğu zaman güvenlikçi bir dille şekillenirken, sivil toplum bu dili dönüştürme gücüne sahiptir. Tarafların niyetlerini, söylem ve eylemlerini izleyip raporlayan, bu raporları kamuoyuyla paylaşarak sürece toplumsal katılım sağlayan sivil aktörler, sadece gözlem yapmakla kalmaz; aynı zamanda demokratik baskı oluşturur.

 

Örneğin, 2013-2015 yılları arasında Türkiye'de yürütülen Çözüm Süreci’nde, Akil İnsanlar Heyeti gibi oluşumlar, resmi olmayan sivil gözlem mekanizmaları olarak sürecin halka anlatılmasında önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu mekanizmalar yeterince etkili olmasa da, sivil toplumun sürece dahil edilmesi gerektiğini ortaya koydu.

 

Arabuluculuk ve Sessizlerin Sesi Olmak

 

Gerçek bir barış, yalnızca iki aktör arasında yapılan bir anlaşmayla sağlanamaz. Barış, toplumun tüm kesimlerinin sürece dahil edilmesiyle anlam kazanır. Kadınlar, gençler, yoksullar, göçmenler ve yıllarca çatışmadan etkilenen gruplar, genellikle resmi süreçlerin dışında bırakılır. İşte bu noktada sivil toplum, bu “görünmeyen” kesimlerin sesi olur.

 

STK’lar, özellikle marjinalleştirilen kesimlerin taleplerini görünür kılar, alternatif çözüm yolları önerir ve müzakerelere bu perspektifi taşır. Aynı zamanda taraflar arasında güveni tesis edecek küçük ama etkili adımların atılmasını da sağlar. Yerel düzeyde yapılan halk toplantıları, ortak forumlar, yüzleşme atölyeleri, bu sürecin toplumsallaşması açısından büyük öneme sahiptir.

 

Barış Kültürünün Temel Taşı: Eğitim ve Farkındalık

 

Barış yalnızca bir sonuç değil, aynı zamanda bir süreçtir. Ve bu sürecin sürdürülebilir olması için toplumun barış kültürüyle yeniden inşa edilmesi gerekir. Sivil toplum örgütleri bu noktada önemli bir misyon üstlenir. Barışı sadece siyasi elitler arasında yapılan anlaşmalarla sınırlamayıp, okullarda, mahallelerde, köylerde, kültürel alanda yaygınlaştırmaya çalışırlar.

 

Barış eğitimi, toplumsal hafızanın aktarılması, geçmişle yüzleşme ve şiddetin reddi gibi çalışmalarla halkın zihninde yeni bir paradigma inşa edilir. Örneğin, Kolombiya’daki barış sürecinde STK’lar, silahlı çatışmanın sona ermesinden sonra yıllarca “hafıza merkezleri”, “barış okulları” ve “topluluk adaleti” çalışmaları yürüttü. Türkiye ve Kürt coğrafyası da, benzer şekilde bu tür mekanizmalarla barışın toplumsallaşmasına ihtiyaç duymaktadır.

 

Karşılaşılan Zorluklar

 

Sivil toplumun bu önemli rolüne rağmen, barış süreçlerinde dışlanması ya da kriminalize edilmesi sıkça karşılaşılan bir sorundur. Devletin tek merkezli ve güvenlikçi yaklaşımı, STK’ların hareket alanını daraltır. Özellikle savaşın tarafı olan devlet ve silahlı güçlerin, sivil toplumun “tarafsızlığına” güvenmemesi; süreci manipüle ettikleri düşüncesiyle onları dışlaması, büyük bir sorun teşkil eder.

 

Ayrıca kaynak eksikliği, personel yetersizliği, güvenlik tehditleri ve siyasi baskılar, STK’ların barış süreçlerine etkili bir şekilde katılmasını engeller. Ancak tüm bu zorluklara rağmen, sivil toplumun varlığı, barışın gerçek anlamda toplumsallaşmasının ön şartıdır.

 

Sonuç: Masadan Topluma, Barışın Yolculuğu

 

Barış, yalnızca masa başında imzalanan metinlerle değil, toplumun her hücresinde kurulan güven ve adalet hissiyle kalıcı hale gelir. Sivil toplum örgütleri bu sürecin taşıyıcısıdır. Üçüncü göz rolüyle, tarafsızlığı, şeffaflığı ve katılımı mümkün kılarlar. Herkesin kendini ifade edebildiği, eşitlik temelinde yeniden inşa edilen bir toplum için, STK’ların sürece tam katılımı hayati önemdedir.

 

Gelecek barış süreçlerinde, daha örgütlü, daha güçlü ve daha etkili bir sivil toplumun, halkların hakikatini masaya taşıyacağı, adalet temelinde bir çözümün mimarlarından biri olacağı açıktır. Barışın yolu halktan geçer; halkın örgütlü gücü ise sivil toplumdan.



Bu yazı 1255 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI