Kürt Dili Bayramı’nın Ardından: Kürt Siyasetinde Dil İhmali ve Kendi Kendimizle Yüzleşme Zamanı
Kadir KILIÇ
15 Mayıs Kürt Dili Bayramı, bir takvim günü değil; bir halkın diliyle, kimliğiyle ve hafızasıyla olan bağını hatırlama ve yeniden inşa etme günüdür. Bu tarih, sadece bir hatırlatma değil, aynı zamanda yüzyıllardır sistemli asimilasyon politikalarına maruz kalmış bir halkın, diline sahip çıkma kararlılığının sembolüdür. Ancak, bu yıl yapılan etkinlikler ve açıklamalar, Kürt siyasetinin ve toplumunun aynasına dönüp bakmasını gerektiren ciddi bir yüzleşmeyi de beraberinde getirdi.
Her yıl 15 Mayıs’ta büyük laflar ediyoruz: “Kürtçeye sahip çıkacağız!”, “Kürt dili kırmızı çizgimizdir!”, “Ana dilde eğitim haktır!” Peki bu büyük laflar, hayatlarımızda nasıl bir karşılık buluyor? Gerçekten samimi miyiz, yoksa sadece tribünlere mi oynuyoruz?
Kürt siyasetinin önemli aktörleri, belediye başkanları, eş başkanlar, milletvekilleri ve meclis üyeleri… Evet, çocuklarına Kürtçe isimler veriyorlar. Bu bir aidiyet göstergesi gibi sunuluyor. Ama ne yazık ki bu isimlerin çoğu, yalnızca nüfus kayıtlarında yaşıyor. Çünkü bu çocuklar evde Kürtçe konuşmuyor, Kürtçeyle büyümüyor. Dilin ruhu değil, sadece kabuğu taşınıyor.
Bu acı gerçek, yalnızca bireysel bir tercih meselesi değil; toplumsal belleğimizin nasıl silindiğinin, Kürt kimliğinin nasıl içten içe çürütüldüğünün somut bir göstergesidir. Kürtçe isim verip Türkçe büyütmek, asimilasyonun en ince, en görünmez ve en iç acıtan halidir.
Kimi zaman “Ama çocuk okulda Türkçe öğreniyor, arkadaşlarıyla Türkçe konuşuyor” gibi gerekçeler sunuluyor. Elbette Türkçe de öğrenilmeli, buna kimsenin itirazı yok. Ancak Türkçeyi öğrenirken Kürtçeyi unutmak ya da hiç öğrenmemek, tercih değil bir ihmal, hatta bir inkârdır. Unutmayalım: Dil, sadece kelimelerle değil, duygularla, hikâyelerle, masallarla, ninnilerle yaşar. Ve eğer bu dil çocukların dünyasında yoksa, o dilin yaşama şansı da giderek azalır.
Peki siyaset bu işin neresinde?
Kürtçenin tabelalarda yer alması, belediye binalarında birkaç Kürtçe afişin asılması, bazı etkinliklerin Kürtçe yapılması yeterli mi? Kürt siyasetinin bu konuda daha derin, daha içten ve daha cesur adımlar atması şart. Kürtçeyi vitrine koyup, hayatın mutfağında yok saymak, sadece samimiyetsizlik değil; geleceğe ihanet anlamına gelir.
Kürt dili dernekleri, kurslar, atölyeler ne kadar güzel. Ama bu yapılar, siyasetin çocukları ve aileleri tarafından desteklenmiyorsa, katılım sağlanmıyorsa, neye hizmet eder? O derneklerin tabelalarını asmakla olmuyor. İçini, çocuklarımızın sesiyle doldurmadıkça, tabelalar da zamanla soluyor.
Kürt siyaseti önce kendi içinden başlamalıdır.
Bu mücadele dışarıdan beklenmez; önce kendi evimizde, kendi mahallemizde, kendi kurumlarımızda başlayacak. Eğer bir belediye eş başkanının çocuğu Kürtçe konuşamıyorsa; bir milletvekilinin evinde Kürtçe konuşulmuyorsa; bir dil derneğinin yöneticisi çocuğunu Türkçe anaokuluna gönderiyorsa — burada büyük bir sorun var demektir.
Kürtçe bilmeyen, konuşmayan, yazamayan hiç kimse halk adına siyaset yapmamalı. Bu sadece bir kültürel duruş değil; bir siyasi onur meselesidir. Kürt halkı, artık kendisine yukarıdan hitap eden değil, kendi diliyle konuşan, kendi dilinde düşünen ve bu dili çocuklarına öğreten bir siyaset görmek istiyor.
Bir halkın dili, onun hafızasıdır. Dilsiz kalan bir halk, hafızasız kalır. Hafızasını yitiren bir halk ise başkalarının hikâyesini yaşar.
Dilimizi yaşatmak, sadece Kürtlerin değil, bu topraklarda adalet isteyen herkesin görevidir. Ama en büyük görev, bu dili anadili bilenlerindir. Özellikle siyasetçiler, kanaat önderleri, yazarlar ve sivil toplum aktörleri, kendi hayatlarında örnek olmalı; evlatlarına miras olarak yalnızca soyadı değil, dil ve kimlik bırakmalıdır.
Ve kendi adıma…
Bu yazıyı Türkçe kaleme aldım. Çünkü bazı okurlar ancak bu dille ulaşılabilir. Ama içeriği, ruhu, çağrısı Kürtçedir. Çünkü bizim meselemiz şekil değil, içeriktir. Ve içerik samimiyet ister.
Evet, kimi zaman Kürtçe yazamıyoruz. Ama mesele sadece yazmak değil, yaşamaktır. Kürtçe konuşmak, çocuklarımızla bu dilde oyunlar oynamak, masallar anlatmak, rüyaları bu dilde görmek... İşte asıl mücadele burada başlıyor.
Dilimiz kimliğimizdir. Kimliğimizi kaybettiğimiz yerde halk olmaktan çıkarız.
Artık daha fazla erteleyemeyiz. Eğer çocuklarımız bizi anlamayacaksa, yarın çok geç olacak. Çünkü biz bugün konuşmazsak, yarın kimse dinlemeyecek.